Hoşgeldiniz, ziyaretçi! [ Oturum aç

Avcılık ve Atıcılık


Avcılığın Kısa Tarihi
İnsanların avcılığa, insanlık tarihinin bilinen en eski zamanlardan beri canlarını korumak, yiyecek ve giyeceklerini sağlamak gibi hayati ihtiyaçlarının temini için başladığını biliyoruz.

Önceleri daha çok bitkisel besinleri toplamakla yaşamını sürdüren ilk insan, alet yapmaya ve kullanmaya başladıktan sonra hayvansal besinlerden de geniş ölçüde faydalanmaya başladığını antropologlar söylüyor. Bu aletleri yapan ve onları avcılıkta kullanmaya başlayan insanın beslenmesi artık farklılaşmaya başlamıştır. İlerleyen çağlar boyunca insan, besin değeri yüksek hayvanları ele geçirmek için bazı av yöntemleri de kullanmaya başladığını mağaralara yaptıkları resimlerden anlıyoruz. Ancak, ava doğrudan saldırı yöntemi tehlikeli olmasından ötürü her avda avcılardan birkaçının ölmesi ya da yaralanması mümkündü. Bu nedenlerle gelişen teknik ve aklın da yardımıyla, tuzaklardan yararlanma, hayvan sürülerini uçurumlara sürme, pusu kurma gibi yöntemlerle insan doğa karşısında biraz daha güç kazanmış, biraz daha ona hâkim olmuştur. O dönemde derilere sarılıp ava gitmenin fiziki faydasının yanında avcıya uğur getirdiğine de inanılırdı. Hayvan derisiyle vücudun örtünmesi o dönemde sadece giyinme ihtiyacı olarak algılanmamıştır. İnsanlar eski çağlardan beri üretim biçimlerinde estetik duygularını sergilemeye başlamışlar, dolayısıyla bu duygu, üretim faaliyetlerini ifade eden ilk tören ve bayramların ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Bunlardan ilki “Avcılık Töreni”dir. Tarihteki Türk devletleri tam yerleşik düzene geçinceye kadar Ordu-Ulus tipi bir yapıya sahipti. Bu düzende ulus, silahlı olup bir savaş ihtimali belirince çok kısa sürede ordu haline geçebilmekteydi. Bu yaşam şekli geçmişten kazanılmıştı, çünkü bu organizasyon aslında avlanmanın temel şartıydı. Esasen yerleşik düzene geçip tarım ve sanayi gelişinceye kadar av başlıca geçim kaynaklarından birini teşkil etmekteydi. Avın etinden, derisinden ve kürkünden faydalanılıyordu. Büyük sürek avları ile askeri strateji arasında yakın benzerlik olduğundan sürek avları aynı zamanda askeri eğitim aracı olarak da kullanılmıştır. Osmanlıların’ın avcılığa son derece önem vermelerinin bir diğer nedeni de, ataları Oğuzlar’dan beri süre gelen töre anlayışıydı.

Orta Asya’daki bazı Türkler’de bu töre aile düzenini etkiliyecek kadar önemlidir. Buna örnek de; erkek çocuklara Alakuş, Alpkuş, Aksungur, Afşin, Çağrı, Çavlı, Karaca, Karakuş, Laçin, Toğan, Tuğrul… gibi avcı kuş isimlerinin verilmesidir. Avcılığı yasa ile devlet düzenine ilk sokan Moğol Han’ı Cengiz Han’dır. Cengiz Han’a göre av “Savaşın okulu”dur. Cengiz Han avın yapılışını ve kurallarını yasa ile belirlemişti. Ölümünden sonra da dört parçaya ayrılan imparatorluğun hepsinde aynı yasa uygulandı. Sultan Melikşah (Aralık 1072 – Kasım 1092) avcılık konusunda dünyada ilk bilimsel kitabı yazdıran kişidir. Sultan Melikşah diğer av üstatlarını da dinlendikten sonra, adamlarından Felhak bin Mehmed’e bir kitap yazılmasını emretti. “Saydnâme-i Melikşahi” adı verilen kitap daha sonra yazılan pek çok kitaba kaynak olmuştur. Farsça yazılmış olan bu eser daha sonraları Fransızca’ya çevrilerek yayınlanmıştır. Fatih Sultan Mehmed’den önceki Osmanlı padişahları avcılığı sevmeleri, avcılık hakkında yazılmış kitapları okumaları hatta yazılmasını teşvik etmelerine rağmen avı Oğuz usulünce yapıyorlardı. Cengiz Yasası gibi bir yasaları yoktu. Bu dönem padişahlarından I. Murad, Yıldırım Bayezid ve II. Murad av yapmaya hem çok meraklı ve hem de bu padişahların avla ilgili hizmetkârı çoktu. Tarihimiz bir süre içinde padişahların av köpeklerine ve kuşlarına Sekbanlar’ın ve Yeniçeriler’in baktığını, padişah savaşa veya ava giderse bunların da beraber gittiğini yazmaktadır. Avcılıkla ilgili Osmanlı merkez teşkilatında av köpeklerine (zağar, tazı, kopay vs.) ve yırtıcı avcı kuşlara (doğan, şahin, çakır, atmaca vs.) çok önem verildiği dikkati çekmektedir.

Değinilmesi gereken ikinci önemli husus Osmanlılar’da değerli kürk ve değerli kuş tüylerine verilen önemdir. Osmanlılarda saray erkânı, devlet büyükleri, Kapıkulu ocakları ve zenginler arasında giymek için kürk ile başa giyilen serpuş (kavuk, külah, börk vs.)lara takılan kuş tüylerine verilen değer ve önem avcılığı teşvik eden faktörlerin başında gelir. Osmanlı padişahlarının aşırı av sevgisi ve av kuruluşlarının bu ihtişamlı varlıkları 18’inci yüzyılın başına kadar tam 400 sene devam etti. 18’inci yüzyılın başından itibaren avcılığa ilgi azaldı, kuruluşlar zamanla kaldırıldı veya sembolik olarak isimleri 19’uncu yüzyılın ortalarına kadar devam etti. Bu tarihi değişikliğin başlıca nedeni, Sultan IV. Mehmed’in ve oğlu II. Mustafa’nın aşırı av düşkünlükleri sebep gösterilerek tahtlarından indirilmiş olmalarıdır.

(Kültür Bakanlığı / Atıf Kahraman “Osmanlı Devletinde Spor”). Orta Çağ’da av hayvanlarının bir meta olarak tanınması kentleşme ile başlar. Zamanla bilhassa kentler civarında av hayvanlarının azalması sonucunda kentlerin hükümdarları, bu kadar değerli bir kaynağın tebaları tarafından “israfına” daha fazla izin vermeyerek bu hayvanları sahiplendiler. Avrupa’nın çeşitli krallıklarında ve beyliklerinde av hayvanları kralların, prenslerin, kontların malı olarak korunmaya başladı. Altıncı yüzyılın ortalarına doğru avcılık hakkındaki hükümler gittikçe gelişiyordu. Yararlı av hayvanlarının üremesi için yılın belirli zamanlarında örneğin karlı havalarda av yasak ediliyordu. Keza avlanmaya hakkı olmayanların silahla ve başıboş köpeklerin serbestçe, kırlarda dolaşması, av hayvanlarının yavrularının tutulması, yumurtalarının alınması yasaktı. Sürek avlarında sürekcilerin temini, av malzemesinin ve vurulan hayvanların taşınması, köpeklerin bakımı vesaire gibi bir çok hizmetlerin görülmesi yükümlülüğü halka aitti. Avcılığın, Avrupa’da en parlak devrini teşkil eden bu mutlakiyet devrinde, saraylarda ve şatolarda düzenlenen görkemli av partileri hükümdarların ve beylerin gücünü göstermesi için bir bahaneydi.

Av hakkı yine mülkiyet hakkına bağlı kalmakla beraber avlar için asgari bir sınır tayini senenin belirli zamanlarında yasak ve av tezkeresi usulü ortaya çıkarıldı. Bu esaslar dairesinde avcılık hakkındaki hükümler gitgide gelişerek, av hayvanlarının neslinin tükenmesi önlenmiş olduğu gibi avcılar da ülke için yararlı bir sistem içine alınarak avcılık sanatının gelişmesi temin edilmiştir.

Avcılık sporunun hemen hemen evrensel boyutta ayrıcalık sağlayan niteliğinin altını çizdikten sonra, onun hafife alınmayacak bir konu olduğu da açıklık kazanmaktadır. Değil hafife almak, tam aksine, avcılık insanoğlunun yapısında garip bir şekilde sürekli ve derin bir özlem olarak varlığını sürdürmektedir. Tarihteki devrim dönemlerine bakacak olursak, alt sınıfların üst sınıflara beslediği koyu nefretin nedenlerinden birinin de alt sınıflar için avcılığa getirilmiş kısıtlamalar olduğunu görürüz. Bu husus herkesin avlanmaya duyduğu büyük isteğin göstergesidir. Fransız Devrimi’ni körükleyen nedenler arasında köylülerin avlanma iznine sahip olmamaktan duyduğu huzursuzluk da vardı. Öyleyse avlanmanın bir ayrıcalık olmasına halkın duyduğu sürekli tepki bir rastlantı ya da yalnızca yıkıp yok etmeye yönelik bir şiddet eylemi değildi. Bu haklı tepkide halkın da üst sınıflardan farklı olmadığı, bu istekli uğraşın, yani avlanmanın insan yapısında normal olarak var olduğu gerçeği vurgulanıyordu. (José Ortega y Casset’in “Avcılık Üzerine Düşünceler” Çev: Derin Türkömer).

Ülkemizde ise avcılık hakkında ilk mevzuat 1881 senesinde ortaya çıkmıştır. Bu zamana kadar av hayvanları yağmur, kar ve güneş gibi tabiatın tükenmez bir armağanı olarak düşünülürdü, böyle olmakla beraber bir çok gelenekler sayesinde av hayvanlarının o günlerde korunması sağlanmıştır. Aslında eski zamanlarda nüfusun azlığı, av araç ve gereçlerinin yaygın olmaması av hayvanlarının avlanması bugünkü kadar kolaylıkla yapılamıyordu. O zamanlarda avcılık şahin, doğan gibi yırtıcı kuşlarla yapılmakta idi. 27.12.1297 tarihli Zabıta-i Saydiye Nizamnamesi, avcılık konusunda bazı kısıtlamalar getirmiş olsa da kapsamlı olmadığı için bu nizamname yararlı olmamıştır. Birçok noksanlarına rağmen çok önemli hükümleri içermekteydi. Fakat ülke coğrafyasının büyük olması, yeterli denetlemelerin yapılamaması dolayısıyla bu nizamname bir yarar sağlamamıştır. 1937 senesinde çıkarılan 3167 sayılı Kara Avcılığı Kanunu eski yasaya göre daha kapsamlı hükümleri içermektedir. Üzülerek söylemek gerekirse bu yasada bugünün şartlarına uygun değildir. İnsanoğlu boş zamanını dilediği uğraşlarla doldurma özgürlüğüne sahip olduğunda at yarıştırmış, fiziki gücü kanıtlayıcı müsabakalara girmiş, dans edilen davetlerde bir araya gelmiş ve konuşup sohbet etmiştir. Ancak bunların hepsinden daha öncelikle ve hep daha önemseyerek avlanmıştır. Yaşanan gerçek budur.


Silahdar Av Malzemeleri Doğa ve Av Sporları ürünleri satış yeri ve MKEK Pendik Yetkili Bayisi dir. Ruhsatlı silahlarınızın fişek istihkaklarını iş yerimize istenen belgelerle gelerek alabilirsiniz. Web Sitemiz Üzerinden Ürün Satışımız Yoktur. Ürünler Hakkında stok ve fiyat bilgileri için bizimle iletişime geçiniz. İletişim : 216-3903620

SATILIK SİLAHLAR